Kendi sınıfının görünmeyen çocukları / Burcu Polat

Ödüllü yazar Astrid Frank‘in yeni ev, yeni okul, yeni arkadaşlar ve yeni düzen üzerine yazdığı romanı “Görünmez Uli“, Kırmızı Kedi Çocuk tarafından yayımlandı. Frank kitapta, hayattaki değişimlerin çocuklar üzerinde yarattığı kaygıyı eğlenceli bir üslupla anlatıyor.

Ev neresidir? Yaşamak zorunda olduğumuz yer mi? Hayvanlar gibi içinde barındığımız alanlar mı? Ya da mektup zarflarının üzerine yazılabilecek bir posta adresi midir? Yoksa ait olduğumuz yer midir ev? Belki de daha önce hep yaşadığımız ya da hiç yaşamayıp da hep olmak istediğimiz o yerdir, kim bilir?

Aslı Erdoğan, Mucizevi Mandarin romanında şöyle bir cümle kuruyor: “Bir şehir, içinde sevdiğimiz biri olunca yaşamaya başlar.” Belki de ev dediğimiz şey birlikte yaşamaktan mutluluk duyduğumuz, kendimiz olmak için çaba sarf etmediğimiz o güvenli mekândır. O yeri güvenli kılan ve bizi biz olmaktan alıkoymayansa bir arada yaşadığımız insanlardır. Bir çocuk için ailesidir, sınıfındaki arkadaşlarıdır, öğretmenidir o insanlar. Sokaktaki oyun arkadaşlarıdır.

1999 yılından beri çocuk ve gençlik kitapları yazan Astrid Frank, 2018 yılında ilk kez Almanya’da yayımlanan ve bu yıl Kırmızı Kedi Çocuk tarafından Semra Pelek çevirisiyle Türkçeye kazandırılan Görünmez Uli romanında, bir çocuğun ailesiyle birlikte taşınmaları sonrasında hayatında oluşan yeni düzene ve değişikliklere uyum sağlama sürecini anlatıyor. Yeni bir ev, yeni bir oda, yeni bir okul, yeni öğretmen ve yeni arkadaşlar… Uli’nin bildiği, tanıdığı, güvenli ortamından çıkıp tüm bu yenilikler karşısında yaşadığı kaygıları ve kurtarıcısı olacak yeni bir Uli’nin gelişine kadar yaşadığı yalnızlık sürecini bir çocuğun gözünden, ajitasyondan ve didaktik anlatımdan uzak, aksine eğlenceli bir üslupla aktarıyor.

Astrid Frank, Enno ya da Asfalttaki Karahindiba romanındaki gibi Görünmez Uli’de de kahramanını yine tabiatı zamanın ruhuna uymayan, hassas çocuklardan seçiyor.

Uli, rakamları çok seviyor çünkü onları güvenilir buluyor. Bu yüzden her şeyi sayıyor: Binaların pencerelerini, çıktığı merdivenlerdeki basamakları, bir yerden bir yere yürürken adımlarını, evlerinin içindeki kapıları ve hatta arkadaşının yüzündeki çilleri. Ancak sağını ve solunu sürekli karıştırıyor. “Neyin sağda ve neyin solda olduğunu tam anladığı anda, başka bir yere geçerse, her şey başka bir yönde kalıyor.” Oysa, “Sayı saymanın en iyi tarafı, sayıların, bir şeyin insanın durduğu yere göre sağda veya solda kalması gibi değişmemesi,” diye düşünüyor. Sayılabilir ve hesaplanabilir tüm konularda oldukça iyi olan Uli, bir insanın, yeni öğretmeninin, yeni arkadaşlarının ne kadar iyi olabileceği gibi fikir yürütme konularında ise rakamları kullanmadığı için başarılı olamıyor.

“Uli, eski öğretmeninden daha iyi bir öğretmenin nasıl olabileceğini düşünmeye çalıştı. Ama başaramadı. Bir insanın ne kadar iyi olabileceği hesaplanamıyordu ne yazık ki! Uli fikir yürütme konusunda zaten matematikte olduğu kadar iyi değildi.”

AKRAN ZORBALIĞI

Taşındıkları apartmanda kendine iki oyun arkadaşı edinen Uli’ye daha okulun ilk gününde, sınıf arkadaşları tarafından lakap takılıyor. Oyunlarda ve arkadaş gruplarında kendine yer bulamıyor. Peki nedir kendi akranları tarafından bu sözel ve sosyal şiddete Uli’yi maruz bırakan sebepler? Belki de biraz bunlardan da konuşmak gerekir. Çocuklar, zorbalığı kendi iktidarlarını kullanmaktan çekinmeyen yetişkinlerden öğrenir ve ilk iktidar alanlarında da “öteki” olana zorbaca davranıp onu görünmez kılabilir. Öteki olmaksa çok kolaydır. Dili, kültürü, saçı, kılık kıyafeti farklı olan, kız çocuğu olup da futbol oynayan, erkek çocuğu olup da ip atlayan tüm çocuklar öteki ilan edilebilir. Mülteci çocuklar, ana dili farklı olan çocuklar, bir yerde “yeni” olan tüm o çocuklar… Hepsi öteki olabilir. Bir sınıfın en arka sırasında yahut kalabalık bir okul bahçesinde kuytuda bir yerlerde tek başına oturan bir çocuk gördüğümüzde biliriz ki “öteki”dir. Kimse tarafından görünmediklerini o kadar kanıksamışlardır ki bu çocuklar, sessizce ve mümkün olduğunca göze çarpmamaya çalışarak hareket ederler. Kendilerine soru sorulmadıkça konuşmazlar ve soru sorulduğunda kekelerler. Bildiklerini unuturlar. İsimlerini bile unuturlar. Koridorlarda yürürken yalnızlıktan ve can sıkıntısından ellerini duvarlara sürterek yürürler ve bir yerden bir yere giderken Uli gibi adımlarını sayarlar.

“Petra, Niki ve Uli sınıfa girdiğinde, her şey önceki ve bir önceki gün gibi oldu: Petra’nın etrafını kız arkadaşları sardı, Niki sınıfın arkasında oğlanların arasında kayboldu. Uli yine tek başına kaldı. Üç eksi iki eşittir bir başına.”

Yalnızlık, sıradan bir yalnız olma durumu değildir esasında. İnsanın içini derin bir boşluk ve kopukluk hissi doldurur zamanla ve bazen, sadece bir kişinin bile bu hislerle boğuşan insanı fark etmesi yeterlidir. Tüm özgüvenlerini yerine getirebilir. Onlara, “Ben aslında varım,” dedirtebilir. Kendilerine bile yabancı gelen seslerine yeniden aşina olabilirler. Uli’nin şansı da sınıfına ondan sonra gelen ve kendisini fark eden ikinci Uli’dir işte.

“Çünkü bir Uli, bir Uli daha iki Uli ediyor!”

https://www.gazeteduvar.com.tr/kitap/2020/08/14/kendi-sinifinin-gorunmeyen-cocuklari